Spectral / 2016 / TV Film
Spectral, internet çağında dönüm noktası olmaya aday bir film. Kısaca Web tabanlı medya sağlayıcısı olarak açıklayabileceğimiz Netflix’in bu alanda devrimsel sayılabilecek bir niteliğe sahip yeni yapıtı. Sinemadan televizyona oradan da internet tabanlı yayın anlayışına geçen kültürün hızlı ve bir o kadar da kaliteli sonuçlarını ortaya çıkaran Netflix bu alandaki sınırları zorluyor.
Netflix: Yeni çağın itici güçlerinden biri
1997’de Scotts Valey, Kaliforniya’da medya servis sağlayıcısı ve internet DVD kiralama firması olarak kurulan Netflix, sektördeki ani yavaşlama ile birlikte DVD işini geri plana alarak çevrimiçi video içeriklere yöneldi. 2007’de 1 milyarıncı DVD’lerini teslim etmelerine rağmen alanı değiştirerek ağırlığı online içeriklere verdiler. Son dönem aldıkları kararlarla Amerika dışına açılan şirket bugün Türkiye’de dahil 130 ülkede 86 milyon aboneye hizmet veriyor. Ekim 2015’de dünya çapında 70 milyon aboneden 1 yıl içinde 86 milyona aboneye ulaşmak büyük başarı olmanın ötesinde “yeni çağa çabuk ayak uydurmak” ve “yükselen değeri belirlemek” manalarına geliyor olsa gerek.
Bu yükselişin ve abone sayısının fazlalığı önceleri sadece içerik satın alan Netflix’in kendi yapımlarını oluşturma fikrini de ortaya çıkarmış. Netflix Originals etiketiyle yayınlanan onlarca dizi ve film mevcut artık.
Spectral: Yeni bir başlangıç
Netflix etiketiyle 9 aralık 2016’da yayınlanan Spectral düşük bütçesine ters orantılı başarısıyla sektörde yeni bir başlangıcın kapısını aralıyor. Çoğu yüksek bütçeli Amerikan bilimkurgu filmini gölgede bırakacak denli görkemli bir yapım. Amerikan temelli olması dolayısıyla film içindeki yapı standart aslında. Büyük bir sorun, sorunun karşısındaki Amerikalılar, zorlu geçen mücadele ve klasik bir bitiş. Filmin sonunu kestirebiliyor olmanız filmi izlememeniz için bir gerekçe değil ama.
Spectral çok uzak olmayan bir gelecekte ortalamanın üstünde teknoloji içeren bir savaşı yaşayan Moldova’da başlıyor. Daha ilk sahnede teknolojik gelişmeyi görerek yakın ama değişik bir gelecekte olduğunuzu anlıyorsunuz. Temelde yapı bilimkurgu olarak görünüyor. Dikkat çekici ilk sahnede ise ‘acaba bilimkurgu değil de bilimkurgu öğeleri içeren bir korku filmi mi’ düşünmeye başlıyorsunuz.
Gelişen konuyla birlikte filmin esas oğlanı Clyne (24 ve Rubycon’dan tanıdığımız James Badge Dale tarafından canlandırılıyor.) işin bilim tarafında yer alarak başta anlamlandıramadığı, gözle görülemeyen ama insanları öldüren beyaz ışık hüzmelerinin sırrını savaşın orta yerinde çözmeye çalışıyor. Yerel halkın savaşın hayaletleri olarak adlandırdığı bu cisimlerin insanlarda bıraktığı teolojik etkiye yakalanmadan araştırmasına devam eden Clyne filmin sonlarına doğru izleyenin içindeki korku fikrini bilime bağlamak suretiyle ortadan kaldırıyor.
Film düşük bütçesi, hiç aksaklığa uğramamış görsel efektleri, sıradan sayılabilecek bir konuyu etkileyici biçimde işleyişi ile sinema salonlarından çıkıp ev salonlarındaki kutuya giren ve bir sonraki evrimi internet üzerinde gerçekleşen sektörün en iyi başlangıç işlerinden biri. Sırf bu yönüyle bile izlenmeyi hak ediyor.